Duygular neden önemlidir?
* Duygularımız hayatta kalmamızı sağlar: Doğa, duygularımızı milyonlarca yıl boyunca geliştirmiştir. Duygularımız, doğal insan ihtiyaçlarımız karşılanmadığı zaman bizi ikaz ediyor.
* Duygularımız engeller koyabilmemizi sağlar: Bir kişinin davranışları hakkında iyi şeyler düşünmediğimiz zaman, duygularımız bizi harekete geçirir. Duygularımıza güvenmeyi öğrenirsek ve kendimizi ifade ederken kendimize güvenirsek, karşımızdaki insana, davranışını beğenmediğimizi ve bu duygunun farkında olduğumuzu gösteririz.
* Duygularımız iletişim kurmamıza yardımcı olur:
* Duygularımızın birleştirici yönü vardır: Duygularımız belki de bütün insan âleminin potansiyel olarak en büyük birlik kaynağıdır. Açık olarak söyleyebiliriz ki, değişik dinler, kültürler ve politik inançlar insanları bölebiliyorlar. Diğer taraftan ise duygularımız evrenseldir. Kısaca şöyle de diyebiliriz: İnançlar bizi böler, duygular bizi bağlar.
Günümüzde en başarılı ilköğretim okulu, lise giriş sınavında en yüksek başarıyı tutturan ilköğretim okulu ve en başarılı lise, üniversite giriş sınavında en yüksek başarıyı tutturan lise olarak görülmeye devam etmektedir. Eğitim sisteminde süregelen bazı aksamalar, ne yazık ki, günümüzün, “başarılı okul” tanımını öğrencilerin lise ve üniversite giriş sınavlarındaki başarılarıyla kısıtlamıştır. Oysa ki, bu alanda yapılan araştırmalar, okulda alınan iyi notların hayat başarısını garantilemediği gerçeğini tekrar tekrar ortaya koymakta ve salt zekanın (IQ) günlük hayattaki başarıya katkısının %10’dan fazla olmadığını göstermektedir. Bu bakımdan, eşit IQ düzeyine sahip iki kişiden biri hayatta ilerleme kaydetmişken, diğerinin neden aynı başarı düzeyini yakalayamadığını anlayabilmek için bu kişilerin Duygusal Zeka (EQ) yeterliklerinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Çünkü, genel olarak Duygusal Zeka (EQ), sahip olduğumuz her türlü bilgi ve beceriyi (bilişsel, sosyal, duygusal, vb.) hem kendi hayatımızda, hem de çevremizdeki insanlarla olan ilişkilerimizde ne kadar etkin kullanabildiğimizle ilgilidir. Dahası, IQ seviyesiyle bağdaştırılan sözel ve sayısal bilgileri öğrenme becerilerinde olduğu gibi, EQ başlığı altında yer alan duygusal ve sosyal beceriler de öğrenilerek kazanılabilir ve geliştirilebilir. Dolayısıyla, inanıyoruz ki, asıl hedef olan hayat başarısına ulaşabilmek için, öncelikle okullarımızdaki “başarı” tanımının yeniden gözden geçirilmesi ve bu tanımdaki boşluğun EQ bilgileri ışığında doldurulması gerekmektedir.
Duygusal ve sosyal becerilerini iyi kullanabilen kişiler - yani, kendini ve duygularını iyi bilen, onları kontrol ederek yönetebilen, başkalarının duygularını anlayan ve onlarla ilişkilerini ustalıkla idare edebilenler - hayatlarının hem özel hem de mesleki alanlarında daha avantajlı bir konuma geçerler.
Duygusal Zekanın iki boyutu vardır. Birincisi Duygusal, İkincisi Sosyal boyut. Duygusal Boyut, kişinin kendisini tanıması (özbilinç) ve Duygularını yönetmesi (özyönetim) ile ilgilidir. Sosyal Boyut ise empati ve ilişkileri yönetmeyi kapsar. Bunların arasında bir sıra vardır ve duygusal boyut gelişmeden sosyal boyut gelişemez. Tıpkı bir Türk Atasözünde söylendiği gibi; “Kendisinin ne hissettiğinden habersiz insan, başkasının da ne hissettiğini bilemez, anlayamaz.” Bu yazının konusu duygularımız ve onları yönetme ile ilgili…
ÖZBİLİNÇ: İnsanın kendini ve duygularını tanıması birçok kaynakta “özbilinç” kavramı ile ifade edilmektedir. Özbilinç, kişinin güçlü ve gelişmeye açık yönlerini bilmesi, duygularını tanıması, bu farkındalıklarını düşünce ve davranışlarına rehber olacak şekilde kullanması ve kendini ifade edebilmesidir.
Duygusal özbilinci yüksek kişiler, duygularının kendilerini ve günlük performanslarını nasıl etkilediğini bilirler, yol gösterici değerlerine bağlı kalır ve karmaşık bir durumda resmin bütününü görerek en iyi hareket şeklini tahmin edebilmenin yanı sıra, duygularıyla ve kendilerine yol gösteren vizyonlarıyla ilgili açık ve inançlı bir ifadeyle konuşurlar. Dahası, bu kişiler genellikle zayıf ve güçlü yönlerini bilen, geliştirmeleri gereken yönlerinin kolayca farkına varan ve bu konuda yapıcı eleştiri ve geribildirime açık bir tutum içerisindedirler.
Kişinin yetenekleri konusunda doğru bilgiye sahip olması, güçlü yönlerine güvenmesini sağlar. Yüksek özgüvene sahip kişiler, zor bir görevi rahatlıkla üstlenebilirler. Bu kişiler genellikle kendilerinden emin oldukları ve varlıklarını herkese hissettirdikleri için, içinde bulundukları grup içerisinde rahatlıkla öne çıkarlar.
Özbilinçli. Ruh hallerinin farkında olan bu kişiler, duygusal hayatları hakkında belli bir anlayışa sahiptir. Duygularının bilincinde olmaları, diğer bazı kişilik özelliklerini destekleyebilir.
ÖZYÖNETİM: “Özyönetim” kavramı bir çok kaynakta “Duyguları Yönetme” olarak da ifade edilmektedir. Özyönetim, kişinin duygularını kendine ve çevresindekilere zarar vermeden lehte bir durum yaratacak şekilde yönetebilmesidir. Kişinin sorunlar karşısında yeterli düzeyde özkontrol, özgüven ve esneklik gösterebilmesi de özyönetim tanımının içinde yer alır. Bununla birlikte, duyguları yönetmek, duyguları bastırmak ile karıştırılmamalıdır.
Duygularını denetleyebilen kişiler rahatsız edici duygu ve dürtülerine hâkim olmanın, hatta onları yararlı bir biçimde kanalize etmenin yollarını bulurlar. Kişinin yüksek stres altında ya da bir kriz döneminde sakin kalması ve açık bir zihinle düşünebilmesi -ya da zorlu bir durumla karşılaştığında bile soğukkanlılığını koruması- bir özdenetim göstergesidir. Aristonun dediği gibi “Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde kızmak, işte bu kolay değildir.
Duygularını yönetebilen kişiler, saydam, uyumlu, iyimser, kendilerini motive edebilen ve inisiyatif kullanabilen kişilerdir. Örneğin, saydam kişiler, değerlerini hayata geçirirler. Kişinin duyguları, inançları ve eylemleri konusunda başkalarına karşı açık olması dürüstlük yaratır. Bu tür kişiler hata ya da kusurları açıkça kabul eder ve başkalarının ahlaka aykırı davranışlarına göz yummak yerine uygun şekilde karşı çıkarlar.
Bireyin duygu düşünce ve davranışlarını değişen koşullara uydurabilmesi, aynı zamanda mücadele ve değişim gerektiren durumlarda esnek davranabilmesidir. Uyumlu kişiler, odak ya da enerjilerini yitirmeden çok sayıda talebin üstesinden gelebilir ve toplum yaşamının kaçınılmaz belirsizliklerinden rahatsız olmazlar.
Başarma dürtüsü, anlamlı, zengin ve dolu dolu bir hayat yolunda verilen uğraşlarla kendisini gösterir. Uzun vadeli hedeflere yaşam boyu süren bir gayret ve şevkle bağlılık sağlayacak türden ilgi alanları ve zevkli uğraşlar yaratmaktır. Kişinin ilgi alanlarına karşı duyduğu heyecan ve tutku, bu ilginin sürdürülebilmesi için gereken enerji ve motivasyonu sağlar. Başarma dürtüsü, kişinin, beceri, yeti ve yeteneklerini azami ölçüde geliştirebilmek için uğraş verdiği kesintisiz ve dinamik bir süreçtir. Bu faktör, kişinin ısrarcı bir şekilde elinden gelenin en iyisini yapma gayreti ve genel anlamda kendini geliştirmeye çalışması ile bağlantılıdır. Bunun sonucunda ise kişisel tatmin duygusu yaşanır.
İstenen sonucu verme yeteneklerine -kendi kaderlerine hükmetmek için gereken şeylere- sahip olduklarını hisseden kişilerin girişimciliği mükemmeldir. Beklemek yerine, fırsatları yakalar ya da yaratırlar. İnisiyatif sahibi bir kişi, geleceğe yönelik daha iyi olasılıklar yaratabilmek için, gerektiğinde kokuşmuş katı alışkanlıkları delip geçmekte, hatta kuralları esnetmekte duraksamaz.
İyimserlik, bireyin hayata olumlu yönünden bakabilmesi ve sorunlar karşısında bile olumlu bir tutum sergilemeyi sürdürebilmesidir. İyimserlik, bireyin yaşantısına belirli bir ölçüde umut katar. İyimserlik, depresyonun yaygın semptomlarından olan kötümserliğin karşıtıdır. Kişinin iyimserlik düzeyiyle sorunlarla başa çıkabilme yeteneği arasında güçlü bir bağlantı vardır. İyimserlik, özmotivasyon üzerinde önemli bir rol oynar; hedeflere ulaşmakta ve stresle başa çıkmakta da çok önemli bir faktördür. İyimserler de kötümserler gibi aynı hayat tecrübelerinden geçerler, aradaki fark iyimserlerin daha başarılı bir şekilde bu olayların üstesinden gelmesi ve hatalarından ders alarak, yenilgi sonrasında kendilerini daha çabuk toparlamalarıdır. Kötümserler genellikle daha kolay pes ederler.
Duygularımız yaşamımız boyunca biz nereye gidersek gidelim bizimle beraber olacak, aldığımız kararlar, söylediğimiz sözler ve yaptığımız hareketlerde hep onların etkileri olacaktır. Duygularımızın, değerlerimizin, güçlü ve zayıf taraflarımızın farkında olmak, bu farkındalık doğrultusunda duygularımızı yönetme becerilerimizi geliştirmek ve bunları kullanmak, yaşamımız boyunca bizler için önemli bir avantaj olacaktır. Sonuç olarak, bu nitelikleri benimseyen ve belirlediği hedeflerden vazgeçmeyen bir kişi için ise “başarı” kaçınılmazdır.
Kendimizi zaman zaman mutsuz yada kötü hissettiğimiz anlar vardır. Bu tür durumlarda, mutsuzluğumuzu gidermek için “güçlü olmayı” yani duygularımızı bastırarak inkar etmeyi seçeriz. Başka bir deyişle “düşünen” beynimizi, “hisseden” beynimizin üstünde tutmaya çalışırız. Bu iki beyinin duygularımızda ve hayatımızda oynadığı roller; duygusal zeka araştırmasının en önemli odak noktalarından biridir. Her beyinin değişik bir işlevi vardır ve en iyi sonucu bu iki beyin beraber, uyum içinde çalıştıklarında alırız, birbirleriyle zıtlaşırlarsa değil!...
Duygularımızla çatıştığımızda zaman ve enerji kaybederiz. Duygularımızla savaşmak gerçekle savaşmaktır. Gerçekten kim olduğumuzu bulmak yerine, bizden bekleneni, bize söyleneni bulmaya çalışırız. Fakat mutlu olmamız için yapmamız gereken kendimiz olmaktır sadece. Gelişir ve değişebiliriz fakat bireysel doğamıza aykırı bir yönde gelişmeyi denediğimiz zaman, doğayla ve milyonlarca yıllık evrilme ile kavga ederiz. Bütün bu kaybolmuş ve yanlış yönlendirilmiş enerji çok akıllıca değildir, çünkü zaman ve enerji değerli ve çok kısıtlı kaynaklardır.
Belki de bu yüzden duygusal zeka bu kadar ilgi çekiyor. “Zeka”ya yeni bir anlam kattığı için. Genellikle duygularımızı “Ben böyle bir insanım” ya da “Ben buyum” diye ifade ederiz. Oysa bütün Duygusal Zeka araştırmaları, duygularımızı ele alma şeklimizi değiştirmiştir.
Duygusal Zeka araştırması sonuçları; daha ihtiyaçlarımız oluşmadan, doğanın duyguları milyonlarca yıl boyunca geliştirdiği gerçeğini desteklemektedir. Çünkü hepimiz insanız ve evrensel ihtiyaçları paylaşıyoruz. Bu ihtiyaçların biri karşılanmadığında bazı olumsuz duyguları hissederiz. Bir takım etkenler, bizi iyi hissettirmezse mutsuz oluruz ya da bizi iyi hissettirirse mutlu oluruz. Buna göre duygusal zekanın basit bir tanımı; nelerin iyi, nelerin kötü hissettirdiğini bilmek diye söylenebilir.
Kötü hissetmekten iyi hissetmeye geçerken ne kadar çok düşünmeye ihtiyacımız olduğunu tasavvur edin. İşte bu bizi diğer canlılardan ayıran en önemli husustur. Biz insanlar davranış kalıplarımızı çevremizden yani büyüklerimizden öğreniyoruz. Halbuki hayvanlar, içgüdüsel yada genetik hafızalarına güvenirler. Örnekse, anne örümcekler hiçbir zaman bebeklerine nasıl ağ yapılacağını öğretmezler.
Duygularımız daha hayvansal, daha içgüdüseldir ve programlanması zordur. Çünkü duygular alt-beyin dediğimiz bölgeden yönetilir ve evrimsel olarak bakıldığında beynin bu kısmı üst-beyin dediğimiz bölgeden daha yaşlıdır. İnsanlar evrilirken beyin alt kısımdan (arka) üst kısma (ön) doğru gelişmiştir.
Beyinlerimizin programlanması zordur. Çünkü onlar parmak izlerimiz kadar kendilerine özgü ve biriciklerdir. Sadece bize özgüdürler. İşte bu yüzden hepimiz genetik olarak farklıyız ve sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz birbirinden farklı .
Hepimiz bu açıdan farklı olsak bile; büyüklerimizin, kültürün, toplumun dileklerine bağlı olarak davranışlarda bulunmaya programlanmışızdır. Çocukluğumuzun ilk yıllarında neyi söyleyip neyi söylemememiz, neyi yapıp neyi yapmamamız, neyin kabul edilebilir neyin kabul edilemez olduğu bize hep söylenmiştir. Ayrıca, nasıl hissetmemiz gerektiği bile öğretilmiştir. (şu durumda suçlu, bu durumda mahcup gibi) Ama aslında duygularımız içimizden gelir ve düşüncelerimizle bireysel hayat tecrübelerimizin birer kombinasyonudurlar. Her şeyden önce, duygularımız bizi farklı insanlar haline getirir. Bütün bir toplum; aynı şeylere inanmaya, aynı sloganları tekrarlamaya, aynı törenleri yapmaya, aynı giysileri giymeye zorlanabilir ama hiç kimse iki kişiyi aynı hissetmeye zorlayamaz. Şöyle diyebiliriz ki bizi biz yapan; arabalarımız, elbiselerimiz, mesleğimiz ya da vücudumuz değildir. Bizi biz yapan duygularımızdır.
Duygusal Zeka teorisi hayatımızın her alanında karşımıza çıkar. Çünkü nereye gidersek gidelim, duygularımızı da beraberimizde götürü-rüz. Duygularımız, çocuklarımızı nasıl iyi yetiştirebileceğimizi, onların okulda nasıl başarı sağlayacağını, kariyerimizde nasıl başarılı olacağımızı, diğer kişilerle ilişkilerimizi belirler. Özet olarak duygularımız; bireyler olarak ve daha da önemlisi, toplum olarak nasıl “mutlu” olabileceğimizi belirlerler.
Daniel Goleman “Duygusal Zeka” adlı kitabıyla yepyeni bir kavram ortaya attı. Uzun zamandır başarılı olmanın derecesi IQ ile ölçülürdü. Yapılan son araştırmalara göre “duygusal zeka” (EQ) insanların kişisel ve mesleki anlamda başarılı olmalarını IQ’ dan çok daha fazla etkilendiğini gösterdi. Duygusal zeka ile insanların ortak duyguları, iletişim becerileri, insanlık anlayışları, incelik, zerafet, kibarlık, nezaket vs. gibi yetenekleri tanımlanmaktadır.
Duygusal zeka, kendimizle ve başkalarıyla olan ilişkilerimizi doğrudan etkiler. Yani duygusal zeka bir taraftan kendi gelişimimizi ve olgunlaşmamızı diğer taraftan da yeteneklerimiz ile diğer insanlarla aramızda olan ilişkileri tanımlar.
Duygusal zeka için özellikle aşağıdaki yetkinlikler belirleyicidir.
Kendini tanımak : Kişinin kendi duygularını, ihtiyaçlarını, hedeflerini tanıması, tercihlerini yapabilmesi ve sahip olduğu şahsi gücünün ve kaynaklarının farkında olması anlamına gelir. Kendini tanımakla insanlar belirli pozisyonlarda nasıl hareket edeceklerini, neye ihtiyaç duyduklarını veya kendilerinde ne gibi değişiklik yapmaları gerektiğini fark ederler.
Kendini yönetmek: Kişinin sahip olduğu duygu ve düşüncelerini kontrol ederek yönlendirmesi. Bu beceri ile duygularımızın esiri olmaktan kurtulup onları yönlendirebiliyoruz. Örneğin: bir olay bizi çok kızdırdığında, kendi kendimizi sakinleştirerek, yanlış bir karar vermekten veya yanlış bir davranışta bulunmaktan kaçınırız.
Motivasyon: İnsanın kendini motive edebilmesi, daima başarma isteğine ve heyecanına sahip olması demektir. Bu yetenek özellikle zorlukların çıkmasında veya işlerin istenilenin dışında gelişmesi durumlarında çok faydalı olur. Kendini motive edebilen insan, zorluklar karşısında yılmadan kendinde devam etme gücünü bulur daha metanetli olurlar.
Empati: kişinin başka insalnların duygularını, ihtiyaçlarını, kaygılarını anlayabilmesi, kendini onların yerine koyabilmesi demektir. Söz konusu olan onlar gibi düşünebilip, davranabilmek , onları oldukları gibi kabullenebilmek ve hal ve hareketlerine saygı göstermektir.
Sosyal Yetkinlik : Sosyal Yetkinlik insanların başkalarıyla ilişki kurabilmesi ve bu ilişkilerin uzun süre geçerliliğini koruyabilmesi becerilerini kapsar. İnsanlar arası iyi ilişkilerin yanı sıra bir takım oluşturabilme, takım ruhunu sağlayabilme ve bu takımı yönetme becerisini gösterme de bu yetkinlik ile olur.
İletişim becerisi: Duygusal zeka için, iyi ietişim kurabilme becerisi, vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu iki türlü açıklanabilir. Birincisi insanın kendisini açık ve net olarak ifade edebilme becerisi, diğer taraftan da başkalarını dikkatli dinleme ve ne söylediklerini tam ve doğru olarak anlayabilme becerisidir
Duygusal zekanın bize getirdikleri nelerdir?
Duygusal zekası yüksek insanlar mesleki anlamda başka insanlar ile iyi iletişim kurabildiklerinden ve yönetme becerisine sahip olduklarından genellikle çok başarılı olurlar.
Günlük hayatta duygusal zeka insanların iş arkadaşları ve aile bireyleri ile iyi anlaşabilmelerini sağladığı için, kendileri ve çevresindekiler ile ilgili sorunları çabuk çözümlenir.
Duygusal zekalı insanlar diğer insanları olduğu gibi kabul edip onları dinleyip anladıkları için sevilirler ve arkadaşlık ilişkileri daha güçlü olur.
Genellikle kendileri ile barışık ve kolay memnun olurlar.
Şu ana kadar okuduklarınızdan kendimizle ilgili bir takım fikirler sizde oluşmuştur muhakkak. Böyle bir beceriye sahip misiniz değil misiniz. Eğer psikolojik testlerden geçmeyi severseniz, kendi kendinizde değerlendirerek duygusal zeka hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Böyle bir testten yola çıkarak kendinizi eleştirin ve seviyenizi belirlemek için örnek olarak aşağıdaki soruları kendinize sorun.
* Kendimi ne kadar iyi tanıyorum?
* Bazı hallerde nasıl ve neden bu şekilde hareket ettiğimi biliyor muyum?
* İradem güçlü mü, yoksa duygularımın esiri mi oluyorum?
* Kin, nefret, mutluluk, beğeni vb. gibi duygularla nasıl baş edebilirim?
* İletişim kurma becerim nasıl?
* Kendimi açık ve net olarak ifade edebiliyor muyum?
* Başka insanları iyi dinleyebiliyor muyum?
* Diğer insanlar ile iyi anlaşabiliyor muyum?
* Başkalarını motive edebiliyor muyum?
* Başkalarıyla çalışmaktan zevk alıyor muyum?
* Başkalarına fikir verebilir miyim?
* Yönetebilme kabiliyetim var mı?
* Başkaları tarafından seviliyor muyum?
* Başkaları benimle beraber olmaktan keyif alıyorlar mı?
* Aranan birimiyim?
* Benden fikir istiyorlar mı?
Tüm bu sorular örnek için düşünülmüştür. Duygusal zekanın ardında saklı olanı keşfettiğinizde, kendinize soracağınız soruları da bulabilirsiniz ve böylece eksik olan taraflarınızı da öğrenerek kendinizi geliştirebilirsiniz.